Wednesday, July 23, 2014

Hayata Dönüş - Nöropatiye giriş

Bugünlerde nöropati denen yeni bir terimle tanıştım. Ayağımdaki sinir hasarı tespitinin yapılması için gönderildiğim EMG (elektromiyografi) testinde adımın yanında "nöropati mevcut" denilince bu kelimeyi ilk kez duymuş oldum. Nöropati nöronların hasarının tarifi olarak açıklanıyor. Genellikle şeker hastalarında görülen duyu kaybı, alkol kullananlarda uyuşma hissi olarak ortaya çıkıyor. Terimi yeni duymuş olmam gözönüne alındığında, konuya ilişkin bütün bilgim internette bulduğum açıklamalara dayanıyor. Hiç bir tıbbi bilgiye sahip değilim. Bu yazı serisinde sadece deneyimlerimi paylaşacağım.

Aslında bu noktaya nasıl geldiğimi anlatmak, nöropatiyi atlatabilme sürecinde neler yaptığım konusunu açıklama konusunda daha yardımcı olacaktır. Dolayısıyla bu ilk yazıda sürecin başlangıcını anlatacağım.

Sağlıklı olan her insan gibi hayatımda bir takım fiziksel travmalar yaşadım; ağaçtan düştüm, sayısız kere yürürken düştüm, araba çarptı, ağır eşyalar taşıdım vs. Lomber bölgesindeki disk jenerasyonuna tam olarak neyin yol açtığını bilemiyorum ama ilk olarak 2012 yılında Hollanda'da yaşadığım sürede yaklaşık bir hafta süren kesici bir bel ağrısı yaşadım. 2013 yılının Mayıs ayında yine Hollanda'da bir sabah uyandığımda yataktan kalkarken belimde bir şeyin boşaldığını hissettim. Korkunç bir ağrı başladı. bu ağrı günlerce sürdü.

Tek amacı para kazanmak olan Fizik Tedavi Merkezleri

İşyerinden bir arkadaşımın önerisi ile Ankara'da bir fizik tedavi merkezine gittim. Merkezde L4-L5'te birer fıtık ve yırtık teşhisi kondu. İşin ilginç yanı bu merkez gelen bütün hastalara 5 dakika ultrason, 20 dakika elektrikli tens, 5 dakika manyetik ısı bandı, 1 dakika elle masajdan oluşan standart bir tedavi planı uyguluyordu. Sağ bacağımda, nöropati olduğunu henüz anladığım, karıncalanma ve hissizlik şikayetini söylediğim halde el ayak kireçlenmesi yaşayan hasta ile aynı tedaviyi görüyordum. Sadece bir hastaya özel kullanılması gereken elektrot başlarını bile onlarca hastada kullanarak Hepatit gibi hastalıkların yayılma riskine aracılık ediyorlardı.

Aslında omurga ile ilgili şikayetler oldukça ciddi sonuçların göstergesi olabiliyor. Okumuş etmiş bir insan olarak, disk kapsülünde yırtık varken beyin ve sinir cerrahisi bölümüne danışmayıp fizik tedavi merkezinde bu tedaviyi almak aslında gayet cahil olduğumun da bir göstergesi oldu.

Ve Bel Agrısı Hayatımın Bir Parçası Haline Geldi

Bel ağrısı aslında bir çok kişinin günlük şikayetleri arasında olduğu için pek önemsemediğimiz ağrılardan biridir. Ama bel ağrısı hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmişse, ciddiyetini ancak o zaman anlıyoruz. Şunu açıkça söyleyeyim ki, yaklaşık 1,5 yıl boyunca ağrısız geçen bir saatimi hatırlamıyorum. Hayat kalitem düşmüştü. Evimde bir çok şeyi yapamıyordum, arkadaşlarımla dışarı çıktığımda mızmızlanan çocuklar gibi eve gitmek istiyorum demek zorunda kalıyordum.İş yerinde ağrıdan dikkatimi toplayamıyor ve dolayısıyla da işlerimi yapamıyordum.

Nihayetinde bir beyin cerrahına göründüm. Disk dejenerayonu ve kemik bozulması olduğunu söyledi doktor. Durumumu 3 ayda bir izleyecek, ilerlemeye bağlı olarak da ameliyat olup olmamama karar verecektik. 

Ameliyat? Cidden mi?

Hepimiz biliyoruz ki Türk milletinde akıldan çok birşey yoktur. Atom fiziği alanında bile argüman üretebilecek genel kültüre sahip herkes. Konu tıp olunca herkes doktor, herkes cerrah kesiliveriyor. Balla yapılan tedaviden "aman sakın ameliyat olma"ya binlerce tedavi yöntemi önerildi bu süreçte. İnsanlara göre konuyu bilmeyen bir insan kesimi varsa o da tıp doktorlarıdır. Halkımız tıp doktorlarının bilgi ve deneyimlerini küçümseye bayılır.

Bu dönemde ameliyat meselesini kafamda sürekli büyütüyor dünyanın sonuymuş gibi düşünüyordum. Bir yandan da düzenli olarak spora devam ediyor karın ve bel kaslarını güçlendirmeye çalışıyordum. Bunun hayatımı nasıl kurtardığını bir sonraki yazımda anlatacağım.

3 aydan fazla süre geçmişti. Bir yandan çevremdeki spinal sağlık konusunda dünyanın en kocaman bilgisine sahip insanlar, bir yandan da Türkiye'nin harika sağlık sistemi yüzünden doktora gitmeyi erteledim. Temmuz ayında alacağım senelik izinde doktoru da görecektim. Ama bu süreçte bazı beklenmeyen olaylar oldu. Belimle ilgili müdahale ihtiyacı benim senelik iznimi beklemedi.

Yolda yürürken bir an dengemi kaybettim, tam olarak düştüm de sayılmaz. Korkunç şiddetli bir ağrı başladı. çağırdığımız taksiye bile binmekte zorluk yaşadım. Hastaneye götürdüler. Hastanede MR cihazı olmadığından dolayı röntgen filmi çektiler sadece. Filmden birşey görülmediği için beni eve gönderdiler. 

Ağrım artık dayanılmaz hale gelmişti. Ağrıkesici veya başka herhangi birşey... Birazcık olsun ağrımı azaltmıyordu. İşyeri hekimi mucizevi bir şekilde beni uzman doktora görünme yönünde ikna etti. Nihayetinde ablamın hemşire olarak çalıştığı üniversite hastanesine gittim. Acilden girişim yapıldı. Biraz şans ile MR makinesine girdim. Yok aslında ablam hayatımı kurtardı desem daha doğru olacak. Çıktığımda MR'ı çeken teknisyen "kımıldamayın Birsen hanım, durumunuz ciddi" dedi. Dolmuşla gittiğim hastanede artık sedyeye bağlı anlar başlamıştı. 

Yanda gördüğünüz gibi kapsülü yırtıp özgürlüğünü ilan eden o disk spinal kordu bütün varlığıyla sıkıştırmaya başlamış. Adını anmak güzel olmasa da felç riskiyle karşı karşıyaydım. Tabi ben bunu ameliyattan sonra öğrendim. Makineden çıktığım andan itibaren etrafımdaki insanların yüzü düşmüştü. Yatışım için oda ayarlanmaktaydı. Ben ise eve dönmek istiyordum. 

O gün içerisinde ameliyata alınacaktım. Son anda plan değişti ve beni pazartesi ameliyat etmeye karar verdiler. Hayatımın en zor hafta sonunu geçirdim. Sinir köküne gelen baskıyı hiç bir ağrı kesici hafifletmiyordu. Bir yandan korku bir yandan da ağrı beni çok yorgun düşürmüştü. Ağrılarımın şiddeti o kadar yüksekti ki dolantin adında bir çeşit narkotik madde verildi 3 kere. Bağımlılık riski nedeniyle çok verilmedi. Bu madde de ağrılarımı kesmiyordu aslında, sadece uykuya benzer bir halde hareketsiz yatmamı sağlıyordu. Bu da önemliydi çünkü her bir ufak hareket sinir köküne hasar veriyordu. 

Ve nihayet o gün geldi. Öncesinde yarı baygın halde bazı kağıtlar imzalamıştım. Tek istediğim ağrılardan kurtulmak olduğu için imzalarken de açıkçası çekinmedim. Sabah Ameliyat önlüğü getirildi. Ameliyatla ilgili ilk korkuyu o an yaşadım. Çok şeyden korkuyordum. Ameliyat odasının kapısına geldiğimde tedirginliğim on katına çıkmıştı. Odaya soktular. Çok kalabalık bir yerdi. Devasa cihazlar, doktorlar, hemşireler, teknisyenler.... Ve narkozdan ilk uyandığımda ameliyatı gerçekleştiren hoca ile birlikte tüm doktorlar başımdaydılar. Benden ayaklarımı oynatmamı istediler. Sağ ayağımı oynatamadım. Korkuyordum ve bana kızdıklarını sanıyordum. Doktorlardan ikisi beni derhal MR odasına götürdüler. Sağ bacağa giden sinir kökünde de baskı görmüşler. Dört saat süren bir ameliyat daha yapıldı. Ayıldığımda ilk defa acı hissetmemiştim. Bel ağrısı hissetmeksizin bir saatim geçmemişken, bu ağrısız halim dünyanın en mutlu anı gibiydi.   

Sadece sağ ayağım... parmaklarımı oynatamıyordum. Ameliyattan 4 gün sonra sinir iletim testi yaparak kökte önemli bir hasar olmadığını tespit ettiler. Artık mutlu muydum mutsuz muydum ifade edemeyeceğim. Evet sağ ayağımda nöropati vardı ama yine de dünyanın en şanslı insanlarından biriydim.

>>>Devam edecek



No comments:

Post a Comment