Wednesday, July 23, 2014

Hayata Dönüş - Nöropatiye giriş

Bugünlerde nöropati denen yeni bir terimle tanıştım. Ayağımdaki sinir hasarı tespitinin yapılması için gönderildiğim EMG (elektromiyografi) testinde adımın yanında "nöropati mevcut" denilince bu kelimeyi ilk kez duymuş oldum. Nöropati nöronların hasarının tarifi olarak açıklanıyor. Genellikle şeker hastalarında görülen duyu kaybı, alkol kullananlarda uyuşma hissi olarak ortaya çıkıyor. Terimi yeni duymuş olmam gözönüne alındığında, konuya ilişkin bütün bilgim internette bulduğum açıklamalara dayanıyor. Hiç bir tıbbi bilgiye sahip değilim. Bu yazı serisinde sadece deneyimlerimi paylaşacağım.

Aslında bu noktaya nasıl geldiğimi anlatmak, nöropatiyi atlatabilme sürecinde neler yaptığım konusunu açıklama konusunda daha yardımcı olacaktır. Dolayısıyla bu ilk yazıda sürecin başlangıcını anlatacağım.

Sağlıklı olan her insan gibi hayatımda bir takım fiziksel travmalar yaşadım; ağaçtan düştüm, sayısız kere yürürken düştüm, araba çarptı, ağır eşyalar taşıdım vs. Lomber bölgesindeki disk jenerasyonuna tam olarak neyin yol açtığını bilemiyorum ama ilk olarak 2012 yılında Hollanda'da yaşadığım sürede yaklaşık bir hafta süren kesici bir bel ağrısı yaşadım. 2013 yılının Mayıs ayında yine Hollanda'da bir sabah uyandığımda yataktan kalkarken belimde bir şeyin boşaldığını hissettim. Korkunç bir ağrı başladı. bu ağrı günlerce sürdü.

Tek amacı para kazanmak olan Fizik Tedavi Merkezleri

İşyerinden bir arkadaşımın önerisi ile Ankara'da bir fizik tedavi merkezine gittim. Merkezde L4-L5'te birer fıtık ve yırtık teşhisi kondu. İşin ilginç yanı bu merkez gelen bütün hastalara 5 dakika ultrason, 20 dakika elektrikli tens, 5 dakika manyetik ısı bandı, 1 dakika elle masajdan oluşan standart bir tedavi planı uyguluyordu. Sağ bacağımda, nöropati olduğunu henüz anladığım, karıncalanma ve hissizlik şikayetini söylediğim halde el ayak kireçlenmesi yaşayan hasta ile aynı tedaviyi görüyordum. Sadece bir hastaya özel kullanılması gereken elektrot başlarını bile onlarca hastada kullanarak Hepatit gibi hastalıkların yayılma riskine aracılık ediyorlardı.

Aslında omurga ile ilgili şikayetler oldukça ciddi sonuçların göstergesi olabiliyor. Okumuş etmiş bir insan olarak, disk kapsülünde yırtık varken beyin ve sinir cerrahisi bölümüne danışmayıp fizik tedavi merkezinde bu tedaviyi almak aslında gayet cahil olduğumun da bir göstergesi oldu.

Ve Bel Agrısı Hayatımın Bir Parçası Haline Geldi

Bel ağrısı aslında bir çok kişinin günlük şikayetleri arasında olduğu için pek önemsemediğimiz ağrılardan biridir. Ama bel ağrısı hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmişse, ciddiyetini ancak o zaman anlıyoruz. Şunu açıkça söyleyeyim ki, yaklaşık 1,5 yıl boyunca ağrısız geçen bir saatimi hatırlamıyorum. Hayat kalitem düşmüştü. Evimde bir çok şeyi yapamıyordum, arkadaşlarımla dışarı çıktığımda mızmızlanan çocuklar gibi eve gitmek istiyorum demek zorunda kalıyordum.İş yerinde ağrıdan dikkatimi toplayamıyor ve dolayısıyla da işlerimi yapamıyordum.

Nihayetinde bir beyin cerrahına göründüm. Disk dejenerayonu ve kemik bozulması olduğunu söyledi doktor. Durumumu 3 ayda bir izleyecek, ilerlemeye bağlı olarak da ameliyat olup olmamama karar verecektik. 

Ameliyat? Cidden mi?

Hepimiz biliyoruz ki Türk milletinde akıldan çok birşey yoktur. Atom fiziği alanında bile argüman üretebilecek genel kültüre sahip herkes. Konu tıp olunca herkes doktor, herkes cerrah kesiliveriyor. Balla yapılan tedaviden "aman sakın ameliyat olma"ya binlerce tedavi yöntemi önerildi bu süreçte. İnsanlara göre konuyu bilmeyen bir insan kesimi varsa o da tıp doktorlarıdır. Halkımız tıp doktorlarının bilgi ve deneyimlerini küçümseye bayılır.

Bu dönemde ameliyat meselesini kafamda sürekli büyütüyor dünyanın sonuymuş gibi düşünüyordum. Bir yandan da düzenli olarak spora devam ediyor karın ve bel kaslarını güçlendirmeye çalışıyordum. Bunun hayatımı nasıl kurtardığını bir sonraki yazımda anlatacağım.

3 aydan fazla süre geçmişti. Bir yandan çevremdeki spinal sağlık konusunda dünyanın en kocaman bilgisine sahip insanlar, bir yandan da Türkiye'nin harika sağlık sistemi yüzünden doktora gitmeyi erteledim. Temmuz ayında alacağım senelik izinde doktoru da görecektim. Ama bu süreçte bazı beklenmeyen olaylar oldu. Belimle ilgili müdahale ihtiyacı benim senelik iznimi beklemedi.

Yolda yürürken bir an dengemi kaybettim, tam olarak düştüm de sayılmaz. Korkunç şiddetli bir ağrı başladı. çağırdığımız taksiye bile binmekte zorluk yaşadım. Hastaneye götürdüler. Hastanede MR cihazı olmadığından dolayı röntgen filmi çektiler sadece. Filmden birşey görülmediği için beni eve gönderdiler. 

Ağrım artık dayanılmaz hale gelmişti. Ağrıkesici veya başka herhangi birşey... Birazcık olsun ağrımı azaltmıyordu. İşyeri hekimi mucizevi bir şekilde beni uzman doktora görünme yönünde ikna etti. Nihayetinde ablamın hemşire olarak çalıştığı üniversite hastanesine gittim. Acilden girişim yapıldı. Biraz şans ile MR makinesine girdim. Yok aslında ablam hayatımı kurtardı desem daha doğru olacak. Çıktığımda MR'ı çeken teknisyen "kımıldamayın Birsen hanım, durumunuz ciddi" dedi. Dolmuşla gittiğim hastanede artık sedyeye bağlı anlar başlamıştı. 

Yanda gördüğünüz gibi kapsülü yırtıp özgürlüğünü ilan eden o disk spinal kordu bütün varlığıyla sıkıştırmaya başlamış. Adını anmak güzel olmasa da felç riskiyle karşı karşıyaydım. Tabi ben bunu ameliyattan sonra öğrendim. Makineden çıktığım andan itibaren etrafımdaki insanların yüzü düşmüştü. Yatışım için oda ayarlanmaktaydı. Ben ise eve dönmek istiyordum. 

O gün içerisinde ameliyata alınacaktım. Son anda plan değişti ve beni pazartesi ameliyat etmeye karar verdiler. Hayatımın en zor hafta sonunu geçirdim. Sinir köküne gelen baskıyı hiç bir ağrı kesici hafifletmiyordu. Bir yandan korku bir yandan da ağrı beni çok yorgun düşürmüştü. Ağrılarımın şiddeti o kadar yüksekti ki dolantin adında bir çeşit narkotik madde verildi 3 kere. Bağımlılık riski nedeniyle çok verilmedi. Bu madde de ağrılarımı kesmiyordu aslında, sadece uykuya benzer bir halde hareketsiz yatmamı sağlıyordu. Bu da önemliydi çünkü her bir ufak hareket sinir köküne hasar veriyordu. 

Ve nihayet o gün geldi. Öncesinde yarı baygın halde bazı kağıtlar imzalamıştım. Tek istediğim ağrılardan kurtulmak olduğu için imzalarken de açıkçası çekinmedim. Sabah Ameliyat önlüğü getirildi. Ameliyatla ilgili ilk korkuyu o an yaşadım. Çok şeyden korkuyordum. Ameliyat odasının kapısına geldiğimde tedirginliğim on katına çıkmıştı. Odaya soktular. Çok kalabalık bir yerdi. Devasa cihazlar, doktorlar, hemşireler, teknisyenler.... Ve narkozdan ilk uyandığımda ameliyatı gerçekleştiren hoca ile birlikte tüm doktorlar başımdaydılar. Benden ayaklarımı oynatmamı istediler. Sağ ayağımı oynatamadım. Korkuyordum ve bana kızdıklarını sanıyordum. Doktorlardan ikisi beni derhal MR odasına götürdüler. Sağ bacağa giden sinir kökünde de baskı görmüşler. Dört saat süren bir ameliyat daha yapıldı. Ayıldığımda ilk defa acı hissetmemiştim. Bel ağrısı hissetmeksizin bir saatim geçmemişken, bu ağrısız halim dünyanın en mutlu anı gibiydi.   

Sadece sağ ayağım... parmaklarımı oynatamıyordum. Ameliyattan 4 gün sonra sinir iletim testi yaparak kökte önemli bir hasar olmadığını tespit ettiler. Artık mutlu muydum mutsuz muydum ifade edemeyeceğim. Evet sağ ayağımda nöropati vardı ama yine de dünyanın en şanslı insanlarından biriydim.

>>>Devam edecek



Monday, February 6, 2012

Groningen - Snow - Pancake


Groningen'i ziyaret etmek için en iyi zaman... (English version is below)

Hollanda'da kaldığım sürece görebildiğim kadar çok şehir görebilmek gibi bir niyetim var. Ancak nedense bütün gezilerim meteorolojik felaketlerin olduğu günlere geliyor. Mesela bir önceki geziyi Tilburg'a yaptık ve günün sonunda iki ıslak insan olarak döndük Utrecht'e.
Bu seferki varış yerimiz Groningen idi. Groningen, Kuzey'de Almanya sınırında bulunan oldukça sevimli ufak tefek bir Hollanda şehri. Tarih olarak yılın en soğuk gününü özellikle seçmedik aslında.. Hepimizin müsait olduğu tek gündü ve haftalar öncesinden tayin etmiştik o günü. Trene binmek için perona gittiğimizde çok hoş(?!?) bir sürpriz bizi bekliyordu. Evet mevsimin ilk karı... Bir an için sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Kaçamıyorsak... zevk almanın yoluna bakmak gerek... Aslında o kadar da kötü değildi. En azından treni beklerken eğlenecek bir şeyler vardı: kar taneleri.. saatlerce kar tanelerini izleyebilecek kapasitede 3 kişi bulmak o kadar da kolay değil..

Mini mini Groningen
2 saat süren tren yolculuğunun ardından Groningen'e vardık. Hissedilir derecede 'daha' soğuk bir şehir.. İstasyondan çıkar çıkmaz rengarenk Groninger Muzesi karşıladı bizi. Hemen etrafındaki kanal donmuş, her yer bembeyaz olmuştu bile. Müze yönündeki yol sizi şehir merkezine götürür. Biz de o yolu takip ederek şehir merkezine doğru yola koyulduk.. Karda kaymadan yürümek pek kolay değil..ama bazıları için kolay. Fotoğrafta gördüğünüz şey tekere takılan zincir gibi bişey.. evet Hannah gayet sekerekten yoluna devam ederken Baek Hyun ve ben biraz zorlandık.

İlk Durak: Huis de Beurs (http://www.huisdebeurs.nl/)
Buzlarımızın çözülebilmesi için sıcak birşeyler içmenin iyi geleceğini düşündük ve gözümüze kestirdiğimiz ilk yere girdik. Sipariş ettiğimiz çorbalarımızı beklerken aslında hoş bir sürpriz de bizi bekliyormuş: Tchaikovsky'nin valslarını canlı olarak dinlemek.. Sanırım bu güne kadar gördüğüm en güzel kafelerden birisiydi.. Çorbalarımızı içtikten sonra haritamızı kontrol ettik yeniden. Aslında niyetimiz Groningen sokaklarında kaybolmaktı ama şehir o kadar küçük ki.. kaybolmak ciddi çaba gerektirir. Görülecek yerler üzerinde uzlaştıktan sonra yolumuza koyulduk.

Sanat Galerileri ve Groninger Muzesi
Şehrin küçüklüğünün aksine, barındırdığı sanat galerilerinin sayısı beni oldukça şaşırttı. Sanat galerilerinden en büyüklerinden birini ziyaret ettikten sonra Groninger Muzesine (http://www.groningermuseum.nl/) gittik ve Azzedine Alaïa koleksiyonu gördük. Sergi, burda gördüğüm sergiler arasında ilk 5'te yerini aldı. Müzede geçen sürenin farkına bile varmadık. 


Son Durak: Pankek Gemisi (http://www.pannekoekschip.nl/)
Akşam olmuştu ve birşeyler yememiz gerektiğine karar verdik.. Soğuktan olsa gerek canımız kek türü birşeyler istemişti ama istediğimiz türde bir yer bir türlü bulamamıştık.  Umutsuzca gezinirken kanallardan birinin üzerinde pankek gemisi yazısı olan bir bot gördük. Evet madem Hollanda'dayız.. milli yemek pankek... Biz gittiğimizde içerisi bomboştu, siparişi vermemizle birlikte bir anda diğer müşteriler de akın etmeye başladılar. Yolunuz oraya düşerse tuzlu Elmalı-Peynirli pankek denemenizi tavsiye ederim. 

Dönüş Yolu: Hollanda Demir Yolları ve Karla Mücadele
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Hollanda demiryolları gördüğüm en iyi demiryolu sistemine sahip. Ama teknoloji de kara yenik düştü tabi. Kar muhalefeti nedeniyle bazı hatlar çalışmıyordu. Bu hatlardan birisi de bizim kullanacağımız Zwolle ve Amersfort arasındaki Intercity tren hattı idi. Yapılan anonsta Groningen'den ancak Zwolle'ye kadar gidebileceğimiz söyleniyordu. Ben aslında o kadar karamsar değildim. Ne var canım, Zwolle'den Utrecht'e de ayrı trene bineriz... diye düşündüm... ama işte Zwolle'den Utrecht'e Intercity treni çalışmıyordu. 

Sprinter? Ağlamak istiyorum..
Her ne kadar sprinter 'hızlı' anlamına gelse de.. sprinter kendisi pek de hızlı bir tren değil. Trenimiz neredeyse, yol üstündeki tüm duraklarda durdu. Bir an için yol hiç bitmeyecek sandım. Çok ama çok uzun sürdü o  yol... 


  
Günün Sonunda:
- hayat sürprizlerle doludur...
- kar her şeye rağmen güzeldir . Hele de yanınızda iyi arkadaşlarınız varsa...
- hollanda'da kar yağdığında uzun yola çıkacaksanız iki kere düşünün...






The Best Time to Visit Groningen...

I have an intention to visit as many cities I can during my stay in the Netherlands. But somehow, I don't know why, my city trips always coincide with meteorological catastrophes.  For instance our visit to the Tilburg was ended in a way that two of us were soaked by the rain.
This time, the destination was Groningen. Groningen is a small sweet city at North of the Netherlands close to German border. Actually, it was not our purpose to choose the coldest day of the year. It was the only day that we three were available. When we reached to the platform a nice (?!?!) surprise greeted us... Yes, the first snow of the year. I just couldn't know if I should have been happy or not... If  we cannot avoid from it.. then we should make the most of it... However it was not that bad indeed.  At least, we had something to enjoy while we were waiting for the train: snowflakes. And it is not so easy to find three people who can watch the snowflakes for hours...

Mini-Mini Groningen (Not sure about the translation)
After 1 hours of trip we finally arrived in Groningen. It was obviously colder than Utrecht. As soon as we leave the station, there was the Museum Groninger greeting us. The canals surrounding it were frozen, and everywhere was already snow-white. The way in direction to the museum leads you to the city center. And we took our way to the center. It is not so easy to walk over snow... but not for everyone. What you see on the photo has the same function as the chain put on tyres. Yes while I and Baek Hyun were struggling, Hannah was walking smoothly thanks to this device.

The First Stop: Huis de Beurs (http://www.huisdebeurs.nl/)
In order to defrost from our ice we thought that it would be good to have something warm to drink and we entered into the first place that we liked. While we were waiting for our soup that we ordered, there was a surprise waiting for us: to listen to the valses from Tchaikovsky live. I think it was the best cafes that I have ever seen. After having our soup, we checked our map again. Our intention was to get lost in Groningen streets but the city was so small that it was impossible to get lost. After agreeing on the places to see we went on our city excursion. 

Art Galleries and Museum Groninger
In opposition to its small size, Groningen hosts many art galleries which surprised me. After visiting one of the biggest, we visited the Museum Groninger.  (http://www.groningermuseum.nl/) and saw the exhibition by Azzedine Aliaïa. Now the exhibition is among the top five list. We even didn't realize how the time passed when we were inside.

The Last Stop: Pancake Ship (http://www.pannekoekschip.nl/)
It was late in afternoon and we thought that we needed to eat something. Maybe because of the cold, we wanted something like cake or so, but we couldn't find a place that we looked for. When we were desperately walking around the canal, we saw a boat with a board on: Pancake Ship. .. Yes we are in the Netherlands... pancake is a traditional Dutch food. When we got in there, there was nobody but as soon as we ordered our pancake, we saw other people also came to eat there.. If you ever go there, I recommend you to try salty pancake with cheese and apple..

Way Back to Utrecht: struggling against snow
First of all, I would like to say that the Dutch railway system is the best I have ever seen. However it couldn't stand against the weather conditions. Some tracks were blocked becasue of the snow and one of these tracks was the one between Zwolle and Amersfort that we also had to use... They announced that the Intercity train would to Zwolle.  In the beginning I was not so pessimistic.. what could ever happen? We would take a train from Zwolle to Utrecht. but...there was no Intercity train running between Zwolle and Utrecht..

Sprinter? May I cry?
Despite sprinter means fast, the sprinter train itself is not fast at all..Our train stopped at each station on our way. Once a moment I thought that I would not back home. It was really really long way..

End of the day:
-life is full of surprises
-snow is always beautiful...Especially if you have good company with you...
-if you are planning to travel when it snows in the Netherlans.. think twice

Thursday, November 17, 2011

Utrech civarında bisiklet turu / bike tour around utrecht

Bisiklete binmek Hollanda'da hayatın önemli bir parçası. Aslında çok önemli bir ulaşım aracı olan bisiklet, aynı zamanda hafta sonu için harika bir aktivite aracı haline dönüşebiliyor. Utrecht'te expat olarak yaşayan arkadaşım Tom, haftasonu şehrin dışına bir bisiklet turu düzenleyeceğini, dileyenin de katılabileceğini duyurdu. Yanda görmüş olduğunuz harita bisiklet güzergahlarını gösteriyor. Harita üzerinde tüm güzergahlar numaralarla işaretlenmiş ve bu numaraların aynısını yol kenarlarında da görebiliyorsunuz. Yani insanın elinde böyle bir harita varsa, yolu kaybetmek için gerçekten biraz salak olmak gerekiyor.

Dom Plain - Oude Zuilen - Maarsen - Breukelen - Breukeleveen

Aslında ilk plan Amsterdamsestraatweg'i takip edip Amsterdam'a gitmekti ama Sourish adlı arkadaşımızın da tavsiyesine uyarak Oudegragcht'ı takip ederek Oude Zuilen üzerinden kuzey-batı'ya doğru yol aldık.

Herzamanki gibi! rüzgar karşıdan esiyordu. Dolayısıyla düz Hollanda'da bisiklet sürerken yokuş yukarı pedal çeviriyormuş hissine kapıldık kimi zaman. Şehir merkezinden ayrıldıktan yaklaşık 15 dakika sonra, kanalın üzerinde minik minik evler gördük. Başlangıçta bunları çok sempatik buldum.. ta ki yanlarına varana dek.. evet Utrecht'te de Red-Light varmış bu sayede onu da öğrenmiş olduk.

Sanırım en güzel yer Oude-Zuilen ile Maarsen arasındaydı. Evler adeta film karesinden fırlamış gibi sempatikti. Giderken dönüşte öğle yemeğini yemek üzere restoranlara da bakıyorduk. Gözümüze bir kaç tane restoran kestirdikten sonra yolumuza devam ettik. Arasıra durup güzergah kontrolü yaptığımız zamanlarda enteresan şeyler de görüyorduk, resimdeki ev gibi.. Bu binanın topraktan girişi yok.
 

 Bu eve vardığımızda 20km'den fazla pedal çevirmiştik ve henüz yolun yarısında bile değildik. İkimiz de açtık ama büyük gölü görmeden yemek yemeyi düşünmüyorduk. Hoş yemek yemeye karar versek bile ortalıkta restoran filan yoktu.

Atlanmaması gereken bir detay da yol boyunca büyük bir kanalı takip ettik. Bir yanda balık tutan insanlar bir yanda da jogging yapan insanlar... Evet bu ülkede insanlar spora çok önem veriyorlar. Herkes kendi çapında birşeyler yapıyor.
Yolboyunca sanırım 100 kadar insan gördüm spor yapan...
Fotoğraf makinem yoktu ve fotoğrafları da Tom çekti, kendisi fotoğrafları henüz benimle paylaşmadığı için o güzellikleri sizinle paylaşamıyorum.

Breuklen

Evet gerçekten güzel bir yer... Tabeladaki tot ziens "görüşmek üzere" anlamına geliyor. Tabelaya yaslı babaanne bisikleti de bana ait. Yedek lastik filan almadan bu yolculuğa çıkmış olmak da cesaret örneği.
Brueklen'den sonra nihayet o büyük göle vardık ancak sezonu olmadığı için göl kenarına inemedik. Aslında ikimiz için de hayal kırıklığı olmadı çünkü güzergah boyunca hem evler hem de doğa harikaydı.

Dönüşte öğle yemeği için Oude Zuilen'de Resturant Belle'de ( http://www.restaurantbelle.nl/ ) durduk. Mesafe sorunu olmasa gerçekten bir kere daha gitmek isterdim.

Sanırım 30km'den fazla olmuştu ve rüzgar her zamanki gibi yine KARŞIDAN esiyordu. İkimiz de birbirimizi motive etmeye çalışıyorduk. Gerçekten anlayamıyorum. Hangi yöne gidersen git, rüzgar seni asla desteklemiyor. Şehir herzamankinden daha uzak göründü gözüme bir an.

Akşam üzeri şehre vardık. Güzel miydi? Evet güzeldi. Bir daha ki turu şehrin kuzey doğusuna (ve daha kalabalık bir ekiple) yapmak yönünde karar verdikten sonra ayrıldık. Her ne kadar 2 gün diz ağrısı çektiysem de Gece Kanosu gibi acılı olmadı sonu.

EDIT: Ve Tom'dan fotoğraflar geldi :)) (And Tom shared the photos)
Tom the organizer of the tour


ben (me)


ENGLISH VERSION


Cycling is an essential activity in the Netherlands. In fact bicycle is an important means of transportation, it  might be a fabulous means of enjoying the weekend. Tom, a friend living in Utrecht as an expat, announced that he would go out of Utrecht by bike and anyone interested would join him. The map, you see, shows the bike-paths. All the routes are numbered and you can see the same number on the streets. If somebody has this map, he/she must be an idiot to lose the way.

Dom Plein - Oude Zuilen - Maarsen - Breukelen - Breukeleveen

Our earlier plan was to head to Amsterdam by following Amsterdamsestraatweg but relying upon the suggestion by our dear friend Sourish, we followed Oudegracght and set off our journey towards north-west.

As usual!!! It was winding from the opposite direction. Some times it gave the feeling of biking up to hills in the flat Netherlands. After biking 15 mins from city centre we saw small houses on the canal. At the beginning I found them very sympathetic... until I got closer to those houses. Unfortunately there was a Red-Light in Utrecht.. And we learned its existence..

I think the best place was somewhere between Oude-Zuilen and Maarsen. They were like dream houses at a movie set. 

While we were biking, we were also trying to determine a place to have our lunch for the return of trip. After spotting a couple of them, we went on biking.

Sometimes, we had breaks to check the map and during these breaks we saw many interesting things, such as the house on the picture. This house has no entrance from the road... When we reached this house we had already pedalled more than 20 km and it was not even the half of our route. We both were hungry but  we were decided not to go to a restaurant before seeing the large lake. Even if we  had wanted, there was no restaurant to go.

One of the important details of this tour was that we followed a big canal. While there were people fishing by the canal, there were people doing jogging... Yes sports is a very important activity of the people residing in this country. Everybody is doing something. I saw around 100 people doing sportive activity during the tour.

I didn't have my camera and all the photos were made by Tom and he has not shared them with me yet.. thus I cannot share them with you..

Breuklen

Yes it is a wonderful place. "Tot ziens" on the board means "see you". The grandma bike leaned to board is mine. And we were so courageous to go to such a tour without spare tyre.  
After Brueklen, we finally reached to the big lake but because it was not the season of it, we were not allowed to go by the lake. Actually, we both were not disappointed in it because there were wonderful nature and nice houses during the way.   

When we were on our way back to Utrecht, we had a break for lunch at Restaurant Belle in Oude Zuilen ( http://www.restaurantbelle.nl/ )  If it was not so far, I would have gone there again. 

I think it had been more than 30 km and it was winding AGAINST us again. We were trying to motivate each other. I really don't understand. It doesn't matter which direction you head to... it always winds against you, it never supports you never... Once a moment the city seemed even farther than usual.

Afternoon, we finally reached to city centre. Was it nice? Yes it was nice. After agreeing on our next tour to north-east with a more crowded group, we said bye. Despite I had pain on my knees for the following 2 days, it was not so painful as with the night canoeing.

Monday, October 24, 2011

deprem / earthquake

Sadece üzgünüm...
17 ağustos 1999'dan bu güne neler değişti? Neden organizasyon sorunu yaşıyoruz yardımları yaparken? iyi niyet nasıl bir anda bir kaosun başlangıcı haline gelebiliyor? Van'daki deprem mağdurları için çok üzgünüm. bunun ilahi adalet olduğunu düşünenler ise sadece utanç verici...

I am just sorry...
What changes have happened since 17 August 1999? Why do we have organization problem with distributing the humanitarian aid? how did it become possible that goodwill turned out to be a starting point of caos? I am sorry for those who are suffered from the earthquake in Van. On the other hand it is embarrassing to have some people who believe that this is a divine retribution.


Saturday, October 1, 2011

Gece gece kano manyaklığı (yeah i drove myself into trouble... night canoeing)


Dediler ki, akşam 18 kişilik bir grup hep beraber kano yolculuğu yapacağız dediler. Ben de hoplaya zıplaya katılma cüreti gösterdim. Gülümseyerek başlayan yolculuğumuz, ıslaklık ve soğuktan dolayı çenemizin zangırdaması ile sona erdi.
Gece kano manyaklığı yaklaşık olarka resimdeki gibi birşey.. tek bir farkla.. ışık mışık yok.
Yaklaşık 4 saat süren yolculuğumuz boyunca değişik heyecanlar yaşadık elbette. bunlardan en can alıcısı sanırım grubu kaybettiğimiz an gerçekleşti. yok sanmıyorum, gerçekten o zaman gerçekleşti. Kanomuzun sazlıklara saplanmasından dolayı biraz vakit harcayınca, grubu kaybettik. ortalığın zifiri karanlık olması ve 3 buçuk saat kürek sallamanın verdiği o değişik his ile oryantasyon duygumuzu kaybettik. İşin en pis yanı, (ışıksız bir ortam düşünün lütfen) karşımıza çıkan ayrımdan sağa mı yoksa sola mı dönmemiz gerektiğini bilmememizdi. bir süre tereddüt ettikten sonra düz gitmeye karar verdik ama görünürde hala kimse yoktu. Civardaki evlerden birinin bahçesinde insanlar gördük. Evet tuhaf görünümlü (yok maskeli balo değil) insanlar bahçede takılıyorlardı öyle. Kano ile bahçeye olabildiğince yaklaşıp yardımlarını istedik. Aslında tek istediğimiz hangi yöne gitmemiz gerektiğini bilmekti. Şanslıymışız ki gittiğimiz yön doğru yöndü. Ama görünürde hala kimse yoktu. Yani ay ışığı filan olsa belki biraz yardımı olacak ama... yok zifiri karanlık heryer... Nice sonra rehberimizi gördük. Bizi aramaya gelmiş sağolsun. Biraz daha gittikten sonra gruba katıldık.
Ta taaaa... en iğrenç kısım... rehber dedi ki. "arkadaşlar şimdi altından geçeceğimiz 3 tane alçak köprü var.. gerçekten alçaklar. geçerken küreklerinizi indirip kanonun içine yatmanız ve ellerinizle tavanı ittirerek köprünün altından geçmeniz gerek". ilk köprü eh çok kötü değildi... ikinci köprüde gerçekten çok korktum çünkü hem alçak hem de genişti... ama o son köprü gecenin ünlem işareti oldu... yatarak bile köprüye değebiliyordu kafamız... Evet benim gibi bir klostrofobik için kabustan öte bir deneyim... ham karanlık hem kapalı...hem de gerçekten çok geniş (ya da bize öyle geldi) kanomuz bir anda yan döndü, kürek kullanamadığımız için de burnunu düzeltemedik. öyle yan ya geçtik köprünün altından..Ve o köprü turun son aşamasıydı.
4 saat olmuştu... hem yorgun hem ıslak biri olarak halimden memnun değildim elbet. Bilmiyorum bir daha yapmam sanırım.. yok bir daha yapmam..

Saturday, September 24, 2011

evde internet sahibi olmanın dayanılmaz hafifliği

Sevgili Blog,

Bir ay sonunda nihayet evimde internete bağlanmanın keyfini sürmekteyim. İnternetten önceki hayatımız geyiklerine girmeyeceğim. Eskiden yoktu şimdi var ve hayatımızın ta içinde bir yerlerde. Onsuz telefon faturamızı bile ödeyemez olduk bu yüzden "ay ben internet sevmem, seveni de sevmem" diyen kişilerin samimiyetlerine de inanmıyorum. İnternet çok önemli... hatta öyleki üzerine şiir yazasım geldi bir an..
Neyse bundan sonraki süreçte daha sık paylaşımda bulunacağım en azından.

Şimdilik bu kadar..

Sunday, September 4, 2011

merhaba blog dünyası

an itibariyle blog dünyasına adımımı atmış bulunmaktayım. 30 Temmuz 2011 tarihinde Hollanda'ya gelişimle başlayan maceralarımı (?!?!) paylaşmak için blog açma girişiminde bulundum. 

şu anda kontörlü internetimle dünyaya bağlanmış durumdayım... hiç olmamasından iyi tabii, özellikle de benim gibi televizyonu bile olmayan birisi için (hoş olsa da hollanda dilinde yayın yapıyorlar birşey anlamıyorum). tabi topu topu 120 mb internetim olduğundan idareli kullanmayı öğrenmem gerekiyor.

günlerdir evdekileri özleyerek geçiyor günlerim, bir de arkadaşlarımı... burası tuhaf bir yer. insanlar çok kibar ve saygılılar ama bir o kadar da kapalılar. bizim gibi güney insanları için hayli can sıkıcı durumlar burda oldukça yaygın.

bu sabah uyandığımda küçük yeğenim vardı aklımda. en çok onu özlemişim. sanırım yurtdışı planlarınız vs. varsa bunu yeğen sahibi olmadan önce yapmanız gerekiyor.. Yoksa çok sancılı ağlak ve sümüklü günler yaşayabilirsiniz...

Neyse, çok saçmalamadan önce blogumun ilk yazısını sonlandırayım. şu an heyecanlıyım ve dikkatim dağınık. kanım biraz soğduğunda daha aklı başında yazılarla yeniden burada olacağım...